Hep "aşkın dili olsa da konuşsa" deriz.
İşte bir gün aşk konuşmaya başlamış ve demiş ki:
Ey insanlık hep peşimden koştunuz, bana ulaşmaya
çalıştınız. Aslında bana ulaştınız ama hiç fark
etmediniz. Benim için ağladığınız zaman bile size hep
yalan, belki de şaka gibi geldim. Bana hep yakıştırmalar
yaptınız. Size bir hikaye anlatayım. Bir gün küçük bir
köpek kuyruğunu yakalamak için hep kendi etrafında dönüp
duruyormuş ve büyük köpek dayanamayıp
“ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sormuş.
Yavru köpek de,
“bana ancak kuyruğumu yakaladığım zaman mutluluğa
ulaşacağımı söylediler. Ben de onun için uğraşıyorum”
diye cevap vermiş.
Büyük köpek gülmüş ve
“ben de küçükken senin gibiydim. Hep kendi etrafımda
döner, kuyruğumu yakalamaya çalışırdım ama bir gün
durdum, düşündüm ve yürümeye karar verdim işte o zaman
anladım ki zaten o benim peşimden geliyordu.”
İşte şimdi anladınız mı? Aşk; bir köpeğin kuyruğu
gibidir ki ona ulaşmak için peşinden koşmanız gerekmez,
o zaten her hareketinizde arkanızdan gelir.
Aşkın Dili-2
Bir baharın ötesinde. Yorgun kuşlar misali , arasan
belki de bulunmayacak emsali , içi ve dışı umut , sevgi
ve hasret kokuyor sanki. Kim bilebilir ki ; yaşam ile
ölüm arasındaki farkı ? Tekrar umut beslemek özlemlere ,
yaralı kalmış kalbin sevgisine ve son bir kez bakıp
maziye , niye sevdim mi demektir ? " AŞK " yarım yamalak
bir su kenarı olgusu değil , o suyu dahi içinde
bulunduran duygudur. Seversin her an aşkı ve sevgiyi
karşılıksız olsa dahi. Öylesine vurur ki kalpleri ;
duramaz rüzgarı karşısında en çılgın ve vurdum duymaz
asi. Bunun adı " AŞK " başı da sonu da siler ezberi...
Esecek bir nefes rüzgar varsa , uçurum kenarlarında
bozsun dengemi , kurtulmak çaremi ; sanki , ya ölüm seni
onsuz , yada kurtulmak onu sensiz mutlu etmeye kafi.
Yaralı kuş misali. Dua et alsın tüm bedenini , aksi
takdirde hazır aşkın fermanının acıması katlli...
Nasıl olduğunu bilmeksizin katılırsın aşk oyununa.
Öylesine bir kalem ve öylesine bir kağıt sevişir adeta
aşk adına. Sonuç mu ; Psikolojik baskılarına aşka
tanımadığı uygarlığı , " Yaşayan bilir ve uygular "
felsefesi ile kalbimize aksetmektir.
Kurtuluş : Sev lakin Aşık olma
Kaçış : Kendi düşen ağlamaz
Ve son söz : Aşk acıdır , Sevgi Tatlı , Aşk için ölünür,
Sevgi için yaşanır..
Aşkın Dili-3
Bir baharın ötesinde. Yorgun kuşlar misali , arasan
belki de bulunmayacak emsali , içi ve dışı umut , sevgi
ve hasret kokuyor sanki. Kim bilebilir ki ; yaşam ile
ölüm arasındaki farkı ? Tekrar umut beslemek özlemlere ,
yaralı kalmış kalbin sevgisine ve son bir kez bakıp
maziye , niye sevdim mi demektir ? " AŞK " yarım yamalak
bir su kenarı olgusu değil , o suyu dahi içinde
bulunduran duygudur. Seversin her an aşkı ve sevgiyi
karşılıksız olsa dahi. Öylesine vurur ki kalpleri ;
duramaz rüzgarı karşısında en çılgın ve vurdum duymaz
asi. Bunun adı " AŞK " başı da sonu da siler ezberi...
Esecek bir nefes rüzgar varsa , uçurum kenarlarında
bozsun dengemi , kurtulmak çaremi ; sanki , ya ölüm seni
onsuz , yada kurtulmak onu sensiz mutlu etmeye kafi.
Yaralı kuş misali. Dua et alsın tüm bedenini , aksi
takdirde hazır aşkın fermanının acıması katlli...
Nasıl olduğunu bilmeksizin katılırsın aşk oyununa.
Öylesine bir kalem ve öylesine bir kağıt sevişir adeta
aşk adına. Sonuç mu ; Psikolojik baskılarına aşka
tanımadığı uygarlığı , " Yaşayan bilir ve uygular "
felsefesi ile kalbimize aksetmektir.
Kurtuluş : Sev lakin Aşık olma
Kaçış : Kendi düşen ağlamaz
Ve son söz : Aşk acıdır , Sevgi Tatlı , Aşk için ölünür,
Sevgi için yaşanır...
Aşkın Gözü
bir gün aşk,nefret,düşüncesizlik,hırs kısaca tüm
duygular toplanmışlar. canları sıkıldığı için bir şeyler
yapmak istemişler. aralarından biri saklanbaç oynıyalım
demiş. düşüncesizlik düşünmeden atlamış ben ebe olucam
diye. sonra saymaya başlamış.herkes saklanıyormuş.hırs
bir çuvala saklanmaya çalışmış ama çuvalı yırtmış .
mutluluk göle saklanmış ama suyun altında duramadığı
için oda yakalanmış düşüncesizlik saymaya devam
ediyomuş.aşk ise saklanmaya yer bulamamış. düşüncesizlik
sayıyormuş 89, 90 ,91 aşk son çare olarak dikenlerin
araına atlamış. düşüncesizlik herkesi bulmuş ama aşkı
bulamamış o sırada içlerinden biri aşk dikenlerin
arasında demiş. düşüncesizlik bir sopa ile dikenlere
vurmaya başlamış. aşk yüzünü tutarak dikenlerin
arasından çıkmış. yüzü kanıyormuş bir süre sonra aşkın
kör olduğunu fark etmişler. düşüncesizlik sormuş senin
için ne yapa bilirim diye . aşk düşüncesizliğe sen
bundan sonra benim gözün olucaksın demiş.
o günden sonra aşkın gözü kör olmuş . düşüncesizlik ise
aşkın gözü olmuş
Askerlik
Yıl 1984...16 aralık;günlerden pazar.ilk gün ışıklarıyla
birlikte Tuzla
Piyade Okulu’nun nizamiyesinden içeri girerken
yen,yepyeni bir yaşam
kesitinin kokusunu duyar gibiyiz.herkesin üzerinde bir
suskunluk,bir
ürkeklik;herkesin kafasında bir soru : yarın neler
olacak?
Hepimizi bir alanda topluyorlar sonra.sıra sıra
diziliyoruz.kimisi
saçlarını bir numara kestirmiş,kimi de olduğu
gibi:saçlı,sakallı ve
bıyıklı.oldukça ilginç bir görüntü.
Sonra seçmeler başlıyor.1.bölük,2.bölük.....sekize kadar
sürüyor.sayılıyor
ve ayrılıyoruz.sayılıyoruz ve kopuyoruz.
Giyinmeye götürülüyoruz ardından bir telaş,bir acemilik
sürüp
gidiyor.giyinmenin bu kadar zor olabileceğini ilk defa
düşünüyor ve
görüyoruz belki de.ne kadar çok düğme var bu elbiselerde
Allah’ım,bu
botlarda ne uzun ipler var.yaşamın bu bilmem kaçıncı
değişiminde giyinme
değişimini de mi görecektik.
Ve Tuzla’daki ilk gecemiz bir çok “ilk”lerden çok daha
farklı geçiyor.en
çok sevgi,en çok hasret,en çok düş o geceye özgü sanki.
Geceler o kadar hızlı geçiyor ki hayret.sabah uyanıp
yatağını bozuk para
zıplayacak şekilde toplayıp,düzeltip dolabına giyinmeye
koşan herkesin
dilinde aynı esprili söz : akşam olsa da yatsak.
Günler uzun..upuzun.rüzgar,yağmur,soğuk ve kar.soba ,oda,ev
offf.ve sıcacık
bir çay...ooofff....of.
İstirahatlar bir sigara içimi.bir derin nefes ve Fatoş...bir
derin nefes
daha..Neriman.ve hüzün ve duman;yükselen...yükseldikçe
kaybolan... Neriman
gibi.
Ne olurdu ha..ne olurdu iki satır yazsan.
Bir düdük sesi.izmariti parçalamak gerekiyor.temiz
olmalı her yer.elimde
parça parça bölüyorum filtresini sigaranın.sonra
ayağımın altında
eziyorum,düşlerimle birlikte.
İlk yirmi gün içinde,bol bol selam veriyoruz.ismimizi
tekrarlayıp
duruyoruz.marş söylüyor ve yürümeyi öğreniyoruz ikinci
kez.sürünüyoruz ha
babam,alçak sürünme ,yüksek sürünme.savaş filan çıkmasa
da yaşantımızda
gerekebilir.
“bir ilkbahar sabahı”şarkısı yok daha o günlerde.bir
ilkbahar sabahı da yok
zaten.bir kış sabahı var.105 kış sabahı var.kar,yağmur
ve soğuk var.ve
hepsine inat biz bağırıyoruz :
“şimdi bir büyük kışla içinde askerim
en güzel gönül tahtında kurulu yerim
burada mertçe si öğretilir ölmenin
erkekçe si dövüşmenin
silahıyla gerdek olup sevişmenin
adına askerlik denir
vatan borcudur ödenir “
ve ödüyoruz.yaşamanın mertçe sini ne zaman
öğreneceğimizi bilmeden
ödüyoruz.karıyla,yağmuruyla,soğuğuyla...hüznü ve
coşkusuyla.en güzel
dostlukları,paylaşımları,yardımlaşmaları yaratıp bin üç
yüz kişi..üç yüz
bin üç yüz kişi...üç milyon üç yüz kişi “askerlik”
yapıyoruz.
aradan üç uzun hafta geçiyor.bir cuma günü törenle ant
içiyoruz.o gün aynı
zamanda hep imrendiğimiz; subay kıyafetlerine benzeyen
harici
elbiselerimizi giydiğimiz ilk gün oluyor.sanki daha
çocuğuz ve babamızın
almış olduğu bayramlıklarımızı giymişiz.
Evlerimize dağılıyoruz öğleden sonra.herkeste büyük bir
sevinç ve büyük bir
hava.sanki sokakta herkes bize bakıyor.adım atışımız
bile değişmiş
sanki.daha güçlü ve daha sert basıyoruz
yere.adımlarımızı hep önümüzdekinin
adımlarına uydurmaya çalışıyoruz.
Gözlerimiz fıldır...fıldır.biz mi değiştik yoksa
dışarısı mı?Dışarıda
insanlar var mıydı üç hafta önce.
Yollar,trenler,otobüsler,taksiler.işten
dönenler,koşuşturanlar.
İşte iki sevgili el ele yürüyor.başörtülü bir kadın,iki
adım önünde yürüyen
adam da herhalde kocası.ama adımları ritmik ve uyumlu
değil. Chat
Vay be!Bu ne kalabalık böyle.nereye gidiyor?Nereden
dönüyor bu
insanlar.sonra güzel kızlar... Üç haftadır
nerelerdeydiniz?Biz neredeydik?
Ve ben neredeydim?
6338 yaka numaralı tuzla piyade okulu 2.yedek subay
taburu,6.Yedek Subay
Bölüğü’nde yedek subay öğrencisi olan ben Dursun Yüksek.
Yaşadığımız şu dünyada ayda yılda bir tanıştığımız mutlu
günler
gibi,nadiren gelen mektupların içinden kağıt yarine bir
dost çıkacağını
sanan zavallı ben.
Ne kadar acıdır ki,dostların birer.. Birer yitişi
askerliğin başlangıcıyla
aynı günlere rastlıyor.önce mektuplar yerini kartlara
bırakıyor;sonra onlar
da kesiliyor.eskiden olduğu gibi ben de üstünde
durmuyorum çok.insan her
şeye alışıyor.yani askerlik yaparken sadece askerlik
öğrenmemiş
oluyoruz.bunlar da askerliğin parantez ve tırnak içleri
olsun ne yapalım.
Pembe düşler,pembe hayaller,öğrencilikte kalıp,bitiyor
besbelli.yüreğimize
ve usumuza vurup duran dost elleri ve gökyüzünden lapa..
Lapa düşen beyaz
gerçek var şimdi.
Sayılı günler çabuk geçiyor.kura çekimi ve İstanbul
Çekme köy kışlasına
geliş,ve geçen aylar.bu güne geldik işte.
6 şubat 1986 Ömerli Kışlası.
Geçen günler benden çok şey aldığı gibi çok şey de
verdi.19 gün sonra
askerlik bitecek ve yeniden sivil yaşantıma döneceğim.
Her zaman olduğu gibi geçmiş kısa bir rüya,gelecek
kocaman bir gerçek
olacak.
Ayrılık
Bir günün akşamüstüydü beni bırakıp gittiğin gün
batımında sağanak
şekilde yağan yağmurun sesi beni rahatlatırken
senin söylediklerinde kulaklarımda yankılanıyordu...
Herkes yağmurun
keyfini sürerken sen beni terk etmiştin
ne çaresiz ne yalnız kalmıştım değil mi?? Oysa ne çok
sevmişim seni,
kendimi yalan sözlerle avuturken nasılda aşık olmuşum
sana... Şimdi
yoksun yanımda, unuttun belki beni bugün ayrılığımızın
ilk günü ama sen
ne kadar da çabuk sildin beni ben yine boynu
bükük kaldım, artık yalan sözler avutmuyor beni,
inandıramıyorum
kendimi her günün akşamüstü, her güneşin battığı vakit
tekrar
yaşıyorum seni... Yalnızlığın bu kadar zor olduğunu hiç
tahmin
edememiştim... Terk edilmenin mi yoksa yalnız kalmanın
mı acısı vardı
içimde?? Şimdi kim dinleyecek beni? Kim tutacak
ellerimden?? Hayata
nasıl tekrar tutunacağım?? Şimdi düşünüyorum da ben seni
bu kadar çok düşünürken sen beni hatırlıyor musun hiç??
Sen benim
beynimi bu kadar meşgul ederken ben senin aklına
Geliyor muyum? Eğer ki bir gün, bir an aklına gelirsem
sana
söylediklerimi hatırla... ''Ben senin yalnızlığını
paylaşmak istiyorum,
yaslanmak istediğinde bi omuz olabilmek, sıcak bir el
uzatabilmek
istiyorum...'' Sonra istersen sil beni aklından
ama sıcak bir ele hasret kaldığında, her yağmurlu günde,
kendini
çaresiz hissettiğin her anda hatırla beni hatırla ve
düşün
ben kaybettiğim sen içinde bu kadar çok şey kazanmışken
sende
kaybettiğin şu koca aşka yan.!
Ama her şeye rağmen mutlu ol ve kimsenin seni üzmesine
izin verme
eğer ki gittiğin yolda bir gün tek kalırsan arkanı dön
ve bak
işte orada ben varım...
Ayrılık
Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç
bir şeyimiz yok.
Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana
sesleniyorum,
seninle konuşuyorum... Bugün sana olan kırgınlığımı rafa
kaldırdım,
sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum...
Cümlelerimi kısalttım,
kelimelerim buruk, gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda...
Bir ihtimal gelişine sığındığımı farkettiysem de, engel
olamadım gurursuz
ama umutlu hasretine... Bugün gönlümü hoş tutmak
istiyorum,
imkansız olan her rüyaya inanasım geliyor... Bir çocuk
gibi
isteklerimi bastıramıyorum... Çalmayan telefonuma elim
gidiyor,
sana halen bende olduğunu ısrarla yazmaya çalışıyorum...
Bende olan seni,
hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de,
sendeki benin
nasıl olduğunu, gülüp gülmediğini anlamsız bir
sıkıntıyla merak ediyorum...
İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık
umursamıyorum!
Üşüyorum, bu üşüme yalnızlığımdan geliyor ve sarıyor her
tarafımı...
Tutunabileceğim hiçbir güzellik yok, hatırlamaktan
usanmayacağım
anılarım dışında... Isınabilmek için onlara sarılıyorum...
Anlamsız ve cevapsız sorular hıhzırca sırıtıyor, ben
görmemeye
çalışıyorum... Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı...
Belki de görmeyi istemek gerekiyordu... Gözlerini aç
desem kapatacaksın
ama kapatma gözlerini! Kendime bir demet papatya aldım
ama bakmadım
falıma... Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün
bile seni özlemiş
itiraf etti sonunda... Düşüncelerim gururlu, hayallerim
ve sevdam değil...
Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturacaktım
içimdeki isyanı,
kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım
yüreğini,
sevinçten ağlayacaktım bu defa, mutluyken hemen sarhoş
olmuşum gibi,
dokunacaktım, sarılacaktım. Ama gelmedin, gelemezdin
belki de gelmeye de
hiç niyetin yoktu aslında... Kendimi kandırdığımı
anladığımda ağlıyordum...
Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu
düşünürken, şimdi
ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve
sevgimi anlatıyormuş
gibi geliyor... Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin
gidişin gösterdi
bana...
Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda,
denizde,
gecede, uykumda... Nasıl beceriyorsun her yerde
olabilmeyi...
Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda degilsin ki?
Gözyaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum
sevdana...
Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben, geldiğini sandım...
Ayak uyduramadım
yorgunluğuna... Dudaklarına düşlerindeki öpüşü
konduramadım...
Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi
zaman bir kadın;
dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da
imkânsızın oldum...
Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum...
İnanamadığın, Yenemediğin,
üzerinden atlayamadığın korkuların oldum... Ağladığın,
bağırdığın ya da
sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan gözyaşların,
birikmişliğin oldum...
Yüreğindeki kadın ben olmak isterken yüreğine sığınan ve
tozlanacak olan
bir anı oldum... Haketmediklerin, artık yeter dediklerin
ve herşeyin olmak
isterken
belki de hiçbir şeyin oldum... Söylesene ben gerçekten
senin neyin oldum?
Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana
geldim...
Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir
miydim?
Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir
mevsim yaşanan
ama bir ömür gibi gelen aşk... Kalbime henüz
söyleyemedim gittiğini,
öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum... Seni
halen
benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa
yalan söylüyorum...
Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama
sesinin uzak yolların
sonunda olması acıtıyor içimi... Suskunluğun en büyük
silahındı,
suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan
unutulmak...
Söylesene unutulmak kime yakışıyor?
Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor ...
Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan
olmak
sende daha güzel duruyor... Görüyorsun işte, aşk'a ve
sana ihanet etmiyorum.
benim kırgınlığım aşk'a... Sen üstüne alındın... Chat yap
Ayrıntı
Tozlu kutudan çıkan nesneler arasında bir kutu daha
içinde bir adet resim
kağıdı hayat gibi mas mavi hayat gibi sim siyah 14 eylül
sabahıymış bir
bulut çizmişim kağıda çok büyük kalbim gibi.ancak o
bulutun içine bir tek
seni ve kendimi koymuşum.bu buluta o zaman baktığımda
sanki mavi dünyamı
masmavi yapıyordu.aradan yıllar geçti,uzun
zamanlar.araya aşklar girdi
pencereden bakan minik gözler girdi.ben bu süre
içerisinde bir çok şey
öğrendim hayatın dıştan gözüktüğü gibi olmadığını kendi
dünyamızı
başkalarına anlatırken ekran koruyucu koyup da
anlattığımız mesela. Sevmeyi
anladım bazen aynı ekran koruyucularımızı kendimiz
yaşarken içimizde de
kullandığımızı anladım. Sevdikleri insanların insanlara
değer verdiklerini
anladım.sevmek kadar cesaretli olabiliyorsan sevdiğini
söylemek kadar
cesaretli olmak zorunda olduğunun farkına vardım bir kez
daha.seviyorsan
eğer senin sevdiğin insanın seni bir kelimeyle var edip
bir kelimeyle yok
edebildiğini öğrendim.fakat öyle bir yanış yapmışım ki
resmimde öylesine
doru bir ayrıntıyı atlamışım ki
yüreğimde.unutmuşum.bulutların güneşi
kapattığını.şimdi bunun hesabını veriyorum. Herkese…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder